Ana sayfaya dönüş

DEMOKRASİ VE LAİKLİĞİN TOPLUMSAL TEMELLERİ (10/2000)

 

Demokrasi, halk egemenliği demektir. Devlette egemenliğin, halka ait olması ve halk tarafından kullanılması demektir.

Laiklik, dinin devletten ayrılması; devlet ve egemenliğin dinsel temellerden, kaynaklardan kurtulmasıdır.

Toplumun tarihsel gelişimi içinde, üretim güçlerinin belli bir gelişme düzeyine ulaştığı toplumsal koşullarda oluşup gelişen demokrasi ve laiklik, temelleri toplumun maddi altyapısında olan toplumsal üstyapıya ait olgulardır.Toplumsal üstyapıya ait diğer tüm olgular gibi, demokrasi ve laikliğin de oluşma, değişme ve gelişmesi, toplumsal maddi altyapıdaki değişme ve gelişmelere bağlı olarak gerçekleşir. Toplumsal maddi altyapıdaki değişme ve gelişmelerde belirleyici olan toplumsal güçler, demokrasi ve laikliğin oluşma, gelişme ve değişmesinde de belirleyici olur.

Bu güçler, hangi toplumsal güçlerdir?

İnsanlar, insan olarak çeşitli özelliklere sahip oldukları gibi, toplumsal yaşam içinde de çeşitli özellik ve konumlara sahip olurlar. Aynı özelliğe ya da konuma sahip insanlar, sahip oldukları ortak özellik ya da konum temelinde bir grup oluşturur ve aynı gruba mensup olmaktan dolayı da ortak çıkarları vardır. Çeşitli özellik ve konumlara sahip olan bir insan, sahip olduğu bu özellik ve konumlara göre çeşitli gruplara ve grupsal çıkarlara sahip olur. Böylece, insanlar, sahip oldukları ortak özellik ve konumlar temelinde, çeşitli gruplar oluşturur ve çeşitli grupsal çıkarlara sahip olurlar. Örneğin: Bir din veya mezhebe mensup olan insanlar, mensup oldukları din veya mezhep temelinde; etnik bir topluluğa mensup olan insanlar, mensup oldukları etnik topluluk temelinde; kadınlar, kadınlık temelinde; yabancılar, yabancılık temelinde ve diğer benzeri temellerde birer grup oluştururlar ve mensup oldukları her bir grupla ilgili grupsal çıkarlara sahip olurlar. İnsanların, belli bir üretim biçiminde, üretim araçları üzerindeki mülkiyet ilişkilerine göre belirlenen ortak konumları temelinde oluşturdukları grup, onların temel grubudur. Bu temel grup, insanların toplumsal sınıfıdır. İnsanların sınıfsal çıkarları da, onların temel grupsal çıkarlarıdır. İnsanların sınıfsal çıkarları, diğer tüm grupsal çıkarlarından güçlü ve belirleyicidir. İnsanların davranışlarında en son belirleyici olan, onların sınıfsal çıkarlarıdır. Sınıflı toplumların temel grupları olan toplumsal sınıflar, insanların diğer özellik ve konumları temelinde oluşturacakları tüm grupları her yönden belirler.

Toplumsal maddi altyapıdaki değişme ve gelişmelerde belirleyici olan toplumsal güçler, işte bu temel toplumsal sınıflardır. Her temel toplumsal sınıfın, sınıfsal çıkarlarının gerektirdiği toplumsal maddi altyapısı ve buna uygun düşen toplumsal üstyapısı vardır. Temel toplumsal sınıflardan egemen olanı, sınıfsal çıkarlarının gereği olarak varolan toplumsal maddi altyapıyı ve ona uygun düşen üstyapıyı korumak ister. Diğer temel toplumsal sınıf ise, varolan toplumsal maddi altyapıyı değiştirip, kendi sınıfsal çıkarlarının gerektirdiği toplumsal maddi altyapıyı ve buna uygun  düşen üstyapıyı kurmak ister. Bu toplumsal değişme ve- gelişmeyi gerçekleştirmek için, egemen toplumsal sınıfa karşı ideolojik, siyasal ve ekonomik savaşım yürütür.Temel toplumsal sınıflar ve toplumsal maddi altyapı ile ilgili temel toplumsal sınıflararası ilişkiler, toplumsal üstyapıdaki olguların oluşma, değişme ve gelişmelerinde de belirleyici olur.

Demek ki, demokrasi ve laikliğin oluşma, değişme ve gelişmesinde de belirleyici olan toplumsal güçler, bu temel toplumsal sınıflardır.

Temel toplumsal sınıfların , demokrasi ve laiklikle ilişkileri:

Sermaye sınıfının, toplumun temel sınıflarından biri olarak tarih sahnesinde yerini aldığı süreçte, Tanrı ‘ya ait olduğu iddia edilen egemenlik, Tanrı adına yeryüzünde, egemen toplumsal sınıfın, feodal sınıfın temsilcisi imparatorlar, krallar tarafından kullanılıyordu. Devlet ve egemenlik , dinsel bir kaynağa ve temele sahipti.

Üretim güçlerinin belli bir gelişme düzeyine ulaştığı toplumsal koşullarda, sermaye sınıfının devlette siyasal iktidarı ele geçirmesinin nesnel bir zorunluluk haline gelmesi, o zamana kadar Tanrı‘ya ait olduğu iddia edilen egemenliğin, sermaye sınıfı tarafından Tanrı` dan alınarak halka ya da ulusa verilmesini de zorunlu hale getirmiştir. Böylece, devlet dinden ayrılmış; devlet ve egemenlik laik bir kaynağa ve temele kavuşmuş; devlet ve egemenlik laikleşmiştir.

Demek ki, devlette halk  egemenliğinin doğuşu, demokrasinin oluşması, devlet ve egemenliğin dinden kurtuluşu, laik bir temele ve kaynağa kavuşması ile olanaklı hale gelmiştir.

Devlette halk egemenliğinin ve laikliğin oluştuğu süreçte, egemen feodal sınıf  ve onunla çıkar birliği içinde olan toplumsal kesimler,  halk egemenliğine ve laikliğe karşı güçleri; sermaye sınıfı ile işçiler,  diğer çalışanlar ve yoksul halk kesimleri ise halk egemenliği ve laiklik yanlısı güçleri, yani, demokrasi ve laikliğin toplumsal temellerini oluşturmuşlardır.

Üretim güçlerinin gelişmesine koşut olarak devlet ve egemenlik konusundaki düşüncelerde görülen değişme ve gelişmeler, egemenliğin halka ya da ulusa ait olduğu konusunda görüş birliği halindedirler. Egemenliği Tanrı ‘dan alıp halka ya da ulusa veren bu görüşler, egemenliğin halk ya da ulus tarafından nasıl kullanılacağı konusunda farklı yaklaşımlar getirmelerine karşın, egemenliğin halkın çoğunluğunun kararı ile kullanılması konusunda da yine görüş birliği halindedirler.

Halk ya da ulus, kendisine ait olan egemenliği, seçimler yoluyla ve halkın çoğunluğunun oylarıyla oluşturup belirleyeceği devlet organları aracılığıyla kullanır. Egemenliğin kullanıldığı devlet organlarının oluşmasını ve bu organlar aracılığıyla egemenliği kullanacakları belirleyen seçimler ve bu seçimlere katılan halkın çoğunluğunun oyları ile verdiği karar, egemenliğin halk tarafından kullanılmasının temelini oluşturur.

Devlette egemenliği Tanrı‘dan alıp halka ya da ulusa veren sermaye sınıfı, halkın çoğunluğunun desteği ile siyasal iktidarı ele geçirdikten sonra, bir yandan üretim ilişkilerini değiştirerek üretim güçlerinin gelişmesinin önündeki tüm engelleri temizleyip kendi toplumsal maddi altyapısını ve buna uygun düşen üstyapısını kurarken, diğer yandan da siyasal iktidarını güçlendirip güvence altına alacak önlemleri almaya ve uygulamaya başlamıştır.

Halk egemenliğinden, sadece kendi egemenliğini anlayan; özgürlükten, sadece kendi özgürlüğünü anlayan sermaye sınıfı, demokrasi ve özgürlük yanlısı olduğu ileri sürülen serbest rekabetçi döneminde bile, egemenliğin kullanıldığı devlet organlarının oluşmasını, bu organlar aracılığıyla egemenliği kimlerin kullanacağını, egemenliği kullanacakları halk adına kimlerin seçeceğini, egemenliğin nasıl kullanılacağını ve tüm bu süreçlerin gerçekleşeceği maddi ve hukuksal koşulları, kendi egemenliğini sağlayacak ve güvence altına alacak şekilde belirlemeye çalışmıştır.

Halk adına egemenliği kullanmaya başlayan sermaye sınıfının, feodalizmin tasfiyesinden sonra, feodal sınıfa karşı birlikte savaşım vermiş olduğu işçiler,  diğer çalışanlar ve yoksul halk kesimleri ile yol arkadaşlığı da sona ermiş oldu. Daha henüz bu yol arkadaşlığının devam ettiği ve feodal sınıfa karşı birlikte savaşım verildiği süreçte bile, sermaye sınıfı, işçilere, diğer çalışanlara ve yoksul halk kesimlerine karşı, onları egemenliğin kullanıldığı devlet organlarının oluşması ve bu organlar aracılığıyla egemenliğin kullanılmasının dışında tutmaya yönelik, yasakçı ve dışlayıcı bir tavırla yaklaşmıştır.

İşçi sınıfının toplumun temel sınıflarından biri olarak tarih sahnesinde yerini almasından sonra ise, sermaye sınıfı, işçi sınıfına, diğer çalışanlara ve yoksul halk kesimlerine karşı baskıyı, yasağı ve dışlamayı,  siyasal bir ilke haline getirmiş ve uygulamıştır.

Kapitalizmin gelişme süreci, aynı zamanda, sermayenin sürekli merkezileşip yoğunlaştığı, çok geniş halk kesimlerinin sürekli olarak mülksüzleşip işçileştiği, yoksullaştığı,  halk çoğunluğunun sürekli olarak sermaye sınıfı aleyhine değişip geliştiği bir süreç olmuştur. Sınıfsal çıkarları, sermaye sınıfının çıkarları ile uzlaşmaz bir şekilde çelişen insanların sayısı her geçen gün biraz daha artmış ve halkın ezici bir çoğunluğunu oluşturan boyutlara ulaşmıştır.

Günümüz toplumsal koşullarında, halkın büyük bir çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı, diğer çalışanlar ve yoksul halk kesimleri, devlet organlarının oluşmasını ve bu organlar aracılığıyla egemenliğin kullanılmasını belirleyecek güce, nicelik  olarak ulaşmıştır. Bilinçli ve örgütlü  işçi sınıfı, diğer çalışanlar ve yoksul halk kesimleri ile beraber, seçimlerin, genel, eşit ve gizli oyla yapıldığı çağdaş demokrasi ve özgürlük koşullarında, halk egemenliğinin kendi sınıfsal çıkarlarını gerçekleştirecek şekilde oluşmasını ve  kullanılmasını belirleme gücüne ve olanağına sahiptir. İşçi sınıfının , diğer çalışanların ve yoksul halk kesimlerinin çıkarları, nesnel olarak, egemenliğin halka ait olmasında ve halk tarafından özgürce kullanılmasındadır. Çağımız toplumsal koşullarında, işçi sınıfı ,  diğer çalışanlar ve yoksul halk kesimleri, demokrasi ve laikliğin toplumsal temellerini oluştururlar.

Egemen sermaye sınıfının toplumsal tabanı çok daralmış, sayısal olarak toplumun çok küçük bir azınlığını oluşturur düzeye düşmüştür. Devlet organlarının oluşmasını  ve bu organlar aracılığıyla egemenliği kullanacakları belirleyecek sayısal güce sahip olmaktan çok uzaktır. Halk egemenliğinin kendi sınıfsal çıkarlarını gerçekleştirecek doğrultuda oluşmasını ve kullanılmasını belirleyecek oy gücünden yoksundur. Sınıfsal çıkarları, nesnel olarak, onu, demokrasi ve özgürlük  karşıtı bir konum almaya zorlamaktadır. Kapitalizmin emperyalist aşamasında ve bugünkü tekelci devlet kapitalizmi evresinde, sermaye sınıfı, nesnel olarak, demokrasi ve özgürlük karşıtı gerici siyasal bir konuma gelmiştir. O,  egemenliğini koruyabilmek için, dünyanın tüm ülkelerinde,  demokrasi ve özgürlükleri sürekli olarak daraltma ve sınırlandırma  politikaları gütmektedir. O, demokrasiyi daraltmayı, özgürlükleri azaltma ve sınırlandırmayı, siyasal bir ilke haline getirmiştir. O, sahip olduğu ekonomik güç  ve bu gücün sağladığı sayısız olanaklarla, işçileri, diğer çalışanları  ve yoksul halk kesimlerini yanıltmaya ve bölüp parçalamaya çalışarak; baskı ve yasaklar uygulayarak; her türlü yalan ve hileye başvurarak, siyasal iktidarını koruyup halk egemenliğini kendi sınıfsal çıkarlarını gerçekleştirecek şekilde kullanmanın yollarını aramaktadır. O, bu amacı için ihtiyaç duyduğu an, dünyadaki tüm devletlerde gizli haber alma ve güvenlik örgütlerini devreye sokmakta, faşist hareketleri ve örgütleri yardıma çağırıp kullanmaktadır.  Orta ve azgelişmiş ülkelerde ise tüm bunlara ek olarak,   eğer, demokrasinin şekilsel  kuralları içinde siyasal iktidarını koruması olanaklı değilse, demokrasinin bu şekilsel kurallarını tanımayıp bir kenara atmakta tereddüt etmemekte, devletin silahlı güçlerini kullanarak zorla siyasal iktidarını koruma yolunu seçmektedir.

Toplumda ilerici bir işlev gördüğü dönemde, siyasal iktidarı ele geçirip egemenliğini kurabilmek için, sınıfsal çıkarları gereği laiklik ilkesine sahip çıkıp onu yaşama geçiren sermaye sınıfının,  çağımız toplumsal koşullarında laiklik yanlılığı mutlak değildir. İşçi sınıfının siyasal iktidarı ele geçirip toplumu değiştirecek ilerici temel toplumsal sınıf olarak tarih sahnesinde yerini almasından sonra, sermaye sınıfının laiklik yanlılığı koşullara bağlı olarak değişebilir hale gelmiştir. Şüphesiz, laiklik ilkesinden tam olarak vazgeçmesi söz konusu değildir. Ama sınıfsal çıkarları açısından gerekli gördüğü takdirde, egemenliğini tehlikeye sokmadan, siyasal iktidarına  ve sınıfsal çıkarlarının gerektirdiği politikalara  karşı olan laiklik yanlısı ilerici toplumsal güçleri baskı altına alabilmek, siyasal iktidarının ve sınıfsal çıkarlarının gerektirdiği politikaların muhtaç olduğu yığın desteğini, politikalarının yöneldiği sömürülen sınıf ve katmanlardan, sınıf çıkarları dışındaki neden ve gerekçelerle kazanabilmek için, onların laiklik karşıtı istemlerine uygun düşen ödünleri verebilmektedir.  Dini istismar etme ve kullanma;  yığınları uyuşturma , yanıltma ve kandırmada, sermaye sınıfının sürekli olarak başvurduğu çok önemli bir yöntemdir. Sermaye sınıfı, dini istismar etmekten ve kullanmaktan vazgeçemez. O, buna daima muhtaçtır.

Demek ki:

Demokrasi ve laikliğin toplumsal temellerini, çıkarları nesnel olarak demokrasi ve laiklikte olan toplumsal sınıf ve kesimler oluşturuyor.

Çağımız toplumsal koşullarında, çıkarları nesnel olarak demokrasi ve laiklikte olan temel toplumsal sınıf, işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı, ilkesel olarak demokrasi ve laiklik yanlısıdır. Diğer çalışanlar ve yoksul halk kesimlerinin de çıkarları, işçi sınıfı ile birlikte,  nesnel olarak demokrasi ve laikliktedir. Demokrasi ve laikliğin toplumsal temellerini, işçi sınıfı ile beraber diğer çalışanlar ve yoksul halk kesimleri oluşturmaktadır.

 

Berlin, 25.10.2000

Avukat Metin Özdemir

 

Ana sayfaya dönüş